1 Ocak 2011 Cumartesi

ANADOLU FENERİ, POYRAZKÖY 2011'İN İLK GEZİSİ

Yeni yılın ilk sabahına kış güneşi ile uyanınca, Ağrıyan boğazıma, kırılan vücuduma, akan burnuma inat penceremi açıp içeri davet ettim serin havayı.
Yola çıkmam, yollarda olmam lazım dedim.
Vücudum ve beynim savaş halinde, birisi der kalk gidelim öbürü der bok yeme otur.. ve galip her zamanki gibi kalk gidelim..
Lahana misali kat kat giyinip daha nereye gideceğimi bilemeden çıktım yola.


Birkaç güzergahtan yakın olan Anadolu Feneri, Poyrazköy tarafını tercih ettim. Çok soğuk olursa geri dönüşüm kolay olsun diye. Güneş hem ısıtıyor hem üşütüyor. Dengesiz bir durum bir an üşüyorum, bir anda ısınıyorum
İlerleyen saatlerde doğru karar verdiğim için kendimi tebrik ettim :)

Klasik yol fotolarımdan çekmeyi de ihmal etmedim. Ben, bebişim, yol ve bu sefer gölgem de katıldı aramıza :)

Bugünkü konum gölgeler :) bir çok gölge çalışması yaptım..

peşindeyim bebişim.
Anadolu fenerinden Karadeniz’i seyredip kış güneşinin tadını çıkarmak istiyorum.
Köy bu mevsime göre çok kalabalık, daracık yolları park etmiş araçlar nedeni ile geçilemez durumda. Fenere doğru gidiyorum ama süpriz fener kapalı

Köyün girişi.

Caminin yanından izledim, gemileri, martıları, denizin üzerinde göz alıcı parlaklığı ile kış güneşini.
İlerki küçük sahil çok güzel anıları barındırıyor.. Mutlulukla izledim tepeden..

Tüm hırçınlığına, deliliğine, azgınlığına rağmen Karadeniz her zaman huzur vermiştir bana.


Arkamda musalla taşı yüzüm güneşe dönük, ölüm ile yaşam arasındaki ince çizgi gerçekliğini düşünerek. Allah’a şükrettim, ince çizgide şanslı kullarından kıldığı, güzellikleri fark ederek yaşattığı için..
Bu kadar güzelliğin içinde sert esen rüzgar da üşüyünce, sıcak bir çay içip manzaranın tadını çıkarmak ümidi ile Poyrazköy’e döndüm.
Kale’den manzaranın güzelliğine dalınca çayı falan unuttum tabiî ki.

tepedeki kale kalıntıları
Balıkları kovalamaktan yorgun düşen kuşlar dinlenmedeler.

Anadolu Fenerine uzaktan bakış
Martıları izlerken uçmak istediğim karşı kıyıya doğru
Hava iyice soğumaya başlayınca da, Dereköy tarafından dönüşe geçmek üzere Poyrazköy’den ayrıldım.
İstanbul’un şirin köylerinin daracık yollarında batmakta olan güneşe doğru keyifli bir yol yaptım.
yolda ezilmiş kirpiyi görene kadar keyfim yerindeydi :( ama her şeye rağmen yola devam
Yazın sıcağında da, kışın soğuğunda da çok güzel olan bu yollardan mutlulukla gülümseyerek geçtim. Karadut ağacı. Yazın tepesine çıkıp dutlarını yemiştim çocuklar gibi şen.. hüzünlü bir hali var şimdi
Kış güneşi ile sonbahar renklerinin dansı muhteşem.

Bu renk dansı eşliğinde Kaynar'caya kadar geldim. Burası kış hazırlıkları yapan şirin sakin bir köy. evlerin arkasından odun hızarı sesleri geliyor. Çocukluğumun kış hazırlıklarını hatırladım, kesilen odunların havada uçuşan talaşlarını, o talaşları çuvallamamızı, odunlukların mis gibi havasını, sobayı, sobanın sıcaklığını, üzerinde kaynayan güğümün tıngırtısını, fırınındaki patatesleri yani kısaca çocukluğumu özledim. Ah çocukluk günleri...

Anadolu'nun bir köyüne gelmiş gibiyim. kapıda traktör, balkonda mısırlar, yapraklarını dökmüş kurumuş asma dalları ve kapısı açık köy evi. Köylerde kapılar hep açıktır, kapalı olsalar dahi kilitli değildir. Bizimde öyleydi çocukluğumuzda mahalledeki tüm kapılar açıktı çalmadan girerdik. Ya şimdi mümkün mü?
İstanbul'a yakın Anadolu kokan Kaynarca köyü.

bir an eve girip içindeki insanlarla sohbet etmek istedim ama vazgeçtim. niye vazgeçtim valla bilmiyorum.

Ve yolculuklarda en sevdiğim an. Tabelaya bakıp ne tarafa gitmek istediğine o anda karar verme anı. Mahmut Şevket Riva mı? Dereköy mü? Dereköy diye yola çıktığım halde yine burada kararsız kaldım.
Ve ilk kararımı uygulayıp Dereköy yoluna saptım..

Güneş ve sonbahar renklerinin dansı burada da çok güzel, izleyeyim dedim biraz ama yalnız değilmişim...


Bu sevimli köpekle birlikte manzaranın tadını çıkarmaya çalıştım. Bir süre o tepede ben aşağıda seyrettik ama yakinen seyre dahil olmak isteyince işin rengi değişti tabi... :))

Dereköy çıkışı geziye başladığım noktaya geldim.

Uuzun zamandır canımın istediği muşmulayı almak üzere Yuşa tepesine doğru gitmeye karar verdim ama debriyaja basmadan motoru çalıştırınca benim bebiş şaha kalktı tabi bende bir anda havalandım :) neyseki devrilmeden toparladım..


ve Yuşa tepesi yolu kenarındaki tezgahlardan, zamanı geçmiş muşmula, biraz ezilmiş hurma ve kestane aldım.

kaskımı koyduğum yere bakın Kabakların üzerinde :)

Turşular ve tatlılar rengarenk ve iştah açıcı..

Alışveriş sonrası gün batımına eşlik etmek için Anadolu Kavağına indim. Parklar güzel havanın keyfini çıkaran balıkçılar ve piknikçilerle dolu. Poyrazköy'den uzaktan gördüğüm tepe tam karşımda bu sefer..

Yüksek gerilim direkleri. Neden bu kadar güzel görünüyorlar bana?? Anlatamam sır :)

Yoros kalesinin girişinde bir kaç gün batımı fotosu çekip yola devam dedim. Ayaz çoğaldı çünkü


boğazda gün batımı ve renkleri muhteşem ama soğuyan hava daha da muhteşem...

Üşümeme rağmen yoldaki manzaralara dayanamayıp durdum.. Titreyen ellerle çekilen titrek fotolar...

Bugün bu yolda bir çok araç korna çalarak veya el sallayarak selam verdi. Valla niye anlamadım. bu havada motorla yollarda tek başına dolaşan bir deli bari selam verelim mutlu olsun dediler herhalde :))
Klasik bozuk Karadeniz yolu.. :)

gidilecek daha çok yolum var hadi bana müsade diyorum :)
Başladığım yola dönüyorum yine :) bu sefer istikamet ev...


Son yol fotoları. Artık ellerim tutmamaya başladığında anladım ki en kısa zamanda eldivenlerimi yenilemem gerekiyor.

ellerimi biraz ısıttıktan sonra durmamak üzere eve dönüşe geçtim.
Eve dönüş..
Çok güzel anıları olan mekanlar ve yollarda kısa ama çok keyifli bir yolculuk yaptım.
Yeni yılın ilk saatlerini, ilk defa bir jeep kullanarak, sabahını da motorsikletimle birlikte yol yaparak karşıladım. İnancım bu ya bütün bir yılım yollarda geçecek yupiiii.. şimdiden heyecanlanmaya başladım bile:)